Çalışma Günlüğü

ÇALIŞMA GÜNLÜĞÜ - BARAN ŞAŞOĞLU

GİRİŞ

Haziran 2009

İTÜ Sahnesi ve Seyyar Sahne ile düzenli olarak yaptığımız Hagaragort Toplantıları’ndan birinde, ağustos ayındaki tiyatro kampında neler yapacağımız ile ilgili konuştuk. Kampın yönetmeni Celal Mordeniz, katılımcılardan oyunculuk önerileri ile kampa gelmelerini istedi. Bu öneriler, bir şarkının icrası yahut herhangi bir metnin sahnelenmesi olabilirdi.

Temmuz – Ağustos 2009

Kamp öncesi Bilgi Sahnesi olarak ritim üzerine yoğunlaştığımız bir yaz çalışması yürütmekteydik. Celal’in beklentileri doğrultusunda, kampa katılacakların birer oyunculuk önerisi geliştirmesi gerekiyordu. Tam o sıralarda okumakta olduğum Fatih Özgüven’in “Hiç Niyetim Yoktu” adlı hikaye kitabından “Regal Dönemi” adlı hikayenin bu oyunculuk önerisi için çalışmaya uygun olduğunu fark ettim.

Yaz çalışmalarından arta kalan zamanlarda oyunculuk önerilerimiz üzerine çalıştık ve önerilerimizi grup üyelerine iki kez gösterdik.

İkinci gösterim sonrası kampa gitme vaktimiz de gelmişti. Gösterim sonrası “Regal Dönemi’ndeki Ajda şarkılarını ben söylesem nasıl olur?” sorusu üzerine konuşmuştuk aramızda. Hikayede geçen Ajda şarkılarını ben söylemiyordum henüz, müzik setinden çalıyordu şarkılar.

Ağustos 2009 – Tiyatro Kampı

Kampa vardığımızda gösterime hazır olmadığımı biliyordum ve hala şarkıları söyleyip söylememe konusunda kararsızdım. Şarkıları söyleyebileceğimi sanmıyordum ve genel olarak hikayeye iyi hazırlanmadığımı düşünüyordum. Celal ise oyunculuk önerilerini her an görmek isteyebilirdi. Erdem ile yaptığım konuşmanın da etkisi ile hikayedeki şarkıları söylemeye ve hikayenin hazır olduğum kısmını göstermeye karar verdim. Gösterimin olduğu güne kadar o şekilde çalıştım.

Gösterimden sonra Celal, çalışılabilir bir metin olduğunu dile getirdi. Ancak kampın konseptine uygun olmadığından metin çalışmaları o kamp için iptal edildi ve metin seçenlerin birer şarkı seçmeleri ve çalışmaları istendi.

2009 dönemi

O dönemden, aşağıda yazılı günlüğün başlangıç tarihine kadar bu metin üzerine hiç çalışmadım. Metne çalışma isteğim dönem boyunca mevcuttu; ancak yeniden çalışmaya başlamam, kamp için benim gibi bir metin seçen Hakan’ın dönem içinde birkaç kez önerisine çalışması ve Süreyya’nın metne yeniden çalışmamı önermesi ile gerçekleşti. Ve aşağıda günlüğünü tuttuğum süreç yaşandı.

GÜNLÜK

22 Aralık

F. Özgüven çalışmamı ne yapmak istiyorum? Çalışmak, ilerletmek elbet istiyorum da, sonrasında? Tek başlı bir oyun mu? Nedir? Bu bilinmezlik çalışamamama neden oluyor. Belki de çok düşünmeden çalışmalıyım. Yani, sadece çalışmalıyım.

23 Aralık

Regal Dönemi'ne çalıştım.

25 Aralık

Regal Dönemi'ni ekibe ilk kez gösterdim. Yazdan beri epey zaman geçtiğinden tereddütlüydüm. Toplu şekilde konuşulmadı; ama bire bir sorduklarımdan aldığım ortak eleştiri şuydu: Metni yer yer ezberden OKUYORDUM. Düşününce bu, tiyatro yapmaya çalışan biri için oldukça kötü bir şey. Daha da çalışarak bu sorunu aşmalıyım. Anlatı olmalı. Öyle ki; anı çalışması gibi, başımdan geçen bir hadiseyi anlatıyormuşum gibi olmalı.

BS1'de çalıştım. Tek kişilik çalışma için güzel bir salon. Bir de bu çalışma için ideal: Sahne yükseltisini yatak olarak konumlandırmak için vs.. Gizem'le Dilara da BS1'de çalıştılar. Bazen seslerinden kafam karışsa da farklı şeyleri birlikte çalışıyor olmak üzerimde ilginç bir etki yarattı. Tanımlayamıyorum ama hoştu.

Ezber sorunum yine su üstüne çıktı. Bir türlü çözemiyorum. Bu nedenle göstermeyi planladığım yerden daha az bir bölümü gösterdim.

21 Ocak

Süreyya telefon açtı ve Regal Dönemi'ne birkaç tane daha hikaye ekleyip oyunlaştıralım mı diye sordu. Ben de olur dedim.

5 Şubat

Regal Dönemi'ne Süreyya ile fazla derine inmeden ayrıntılı olarak çalıştık. Her şarkıya verilen tepkiler farklı olmalı. Metnin bize verdiğini anlamaya çalıştık, tepkilerin farklılaşması için uğraştık. Çok da ayrıntılı olmayan bu çalışma sonrasında akışı grupla paylaştık. Yine bölümün başında metni “okuduğum” yönünde eleştiriler geldi. “Ateşim vardı. Biraz. Daha doğrusu kendimi yüksek ateşle yatağa düşmenin eşiğinde hissediyordum...” bölümüne ufak da olsa bir eylem bulmalıyım. Süreyya'ya BS2'de akış aldığım zaman başlangıcın sorunlu olmama nedeni buydu; başlarken sandalyeyi sahnedeki konumuna getiriyordum, küçük de olsa bir eylem vardı çünkü.

Şimdilik Regal Dönemi üstüne çalışmayacağız. Diğer hikayelere geçeceğim. Dilbilgisi'ne çalışacağım. Okudum. Kafamda bir şeyler canlandı.

Uzun zamandan sonra Regal Dönemi'nde bahsi geçen şarkıları dinledim.

Eylemler aracılığı ile sahnede rahat olmalıyım.

7 Şubat

Dilbilgisi'ne başladım. Ezberlemekte zorlanıyorum. Bir sonraki çalışmada, dekor olarak kullanacağım oturaklar da olacak. Onlarla birlikte çalışırken ufak yönelimler, hareketler bulursam ezberlemem daha kolay olacaktır. Metin uzun ve yoğun cümleler içerdiğinden ezberleme sorunumu bu ufak hareket ve yönelimler çözecektir diye düşünüyorum. Bölümü cuma günü Süreyya'ya göstereceğim.

10 Şubat

Eşşeği Saldı Çayıra ve Bülbülüm Altın Kafeste türküleri ile başladım çalışmaya. Kısık sesle birer kere şarkıları mp3 player'dan dinlerken, birer kere de dinledikten sonra söyledim.

Sandalyeleri arkalı önlü yerleştirdim. Metni ezberlemede sorunlarım var. Aldırmadan ezberlediğim yerleri çalıştım. Sonra ezberleyemediğim yerleri okudum, okudum, okudum. Okudukça kafamda yer etmeye başladılar. Bir de sandalyelerle çalışınca eylemsi hareketler ekleyebildim. Böylece ezberlemek kolaylaştı. Hareketlerle eşledim metinleri. Cuma günü Süreyya'ya göstereceğim. Tam olarak hazır olmadığımı bilerek üç saatin ardından çalışmayı bitirdim.

Tek çalışmak, dikkatin dağılmasına son derece müsait; ama artık çalışabilmeye, dikkatimi ayakta tutabilmeye başladım.

12 Şubat

Dilbilgisi'ni Süreyya'ya gösterdim. Çalışırken ezberde zorlandığım için birkaç yerde tekledim. Ama tamamen akabildim.

Süreyya “Regal Dönemi”ndeki rahatlık ve anlatma isteğinin eksik olduğunu söyledi. Demek istediği şeyi anladım. Benim Baran olarak bu hikayeleri anlatmak istemem gerekiyor. Aksi halde kitaptan okumaktan farkı olmaz. Anlatma isteği, role girmeme (ya da çok girmeme) gerek kalmadan çalışmamı rahatlatabilir, böylece de çalışma izlenir ve dinlenir bir hal alabilir. Nitekim konuştuktan sonra Süreyya ile kısa bir süre çalıştık ve o rahatlığı ve anlatma isteğini hemen yakalayabildiğimi fark ettik.

Dekor olarak iki sandalye fazla mı? Tek sandalye ile de iki sandalye ile yaptıklarımı yapabilir miyim? Tek sandalye kullanmak, sahnede istediğimiz sadeliğe ve oyuncunun oynama biçimine daha iyi hizmet edebilir gibi görünüyor: Sandalyede oturuyorum, önümde iki kişiyi konumlandırıyorum ve oynuyorum. Bunu önümde başka sandalye(ler) olmaksızın da yapabilirim.

Dekoru öteki bölümler de netleştikten sonra alacağız.

14 Şubat

Dilbilgisi'ne Süreyya ile ayrıntılı çalıştık ve bu beni baya rahatlattı. Tek çalışırken anlatma – oynama dengesini kuramıyordum, aşırı oynamaya kaçacağımdan ve anlatıdan uzaklaşmaktan korkuyordum. Süreyya ile çalıştıkça oynamaları artırdık, anlatma – oynama dengesini sağlamaya yakınız artık. Nitekim, gruptakilere bölümü gösterdik ve üzerine konuşulanlardan yakın olduğumuzu söyleyebilirim. Hala okuma gibi olma, anlaşılmama, tempo düzenleme gibi sorunlar var. En azından bölüme ilk çalışırkenki rahat olamama ve anlatma isteği eksikliği yok artık. Akış için yerimi aldığım ilk anda oldukça rahattım. Oysa tedirgin olduğum yönünde şeyler söylendi. Belki biraz metinden de dolayı, bu rahatlığa ek olarak başka şeyler de gerekiyor, özellikle de başlangıca. Üzerine çalıştıkça, metnin içine daha çok girdikçe ya da daha doğrusu metni bana ait kıldıkça bu tip sorunları aşacağımı düşünüyorum.

Öte yandan, geçen senelerde Süreyya reji ben oyuncu iken çalışmakta zorlanıyordum. Şimdi ise böyle bir zorluk yaşamıyorum. Aksine Süreyya'nın beni çalıştırması rahatlatıyor beni.

Diğer bölümlere çalışmaya başlarken metnin içinde rahatça dolaşabileceğimi, sadece anlatıcı olarak kalmak zorunda olmadığımı hatırlamalıyım. Anlatıcılık dar alanını genişletmeliyim.

17 Şubat

Önceden konuştuğumuz üzere Süreyya ile bire bir çalıştık. Kendi çalışmaları başlayana kadar Ferhat da çalışmayı izledi, not aldı.

Regal Dönemi'ne çalıştık. Başlangıcında bir önceki akışta yaptığım üşüme eylemini attık, olmadı dedi Süreyya. Bunun yerine seyirciden alacağım “başlama hevesi”ni beklemeye ve bölüme öyle başlamaya karar verdik. Yusuf'u canlandırırken nefes nefese kalma halini törpüledik. Yusuf'un gidişini ve tavşan benzetmesi ile kahvenin şaşkınlığı ile ilgili repliklerin yerlerini değiştirdik, böylece daha iyi bağlanmış oldu. Kahveden anlatıya geçişteki ufak ayak hareketlerimi attık. Anlatıda bana rahatlık yarattığına inandığım bu tip ufak ayak, el, kol hareketlerinin minimumda kalmasının seyircinin izlerken fazla (yani gereksiz) harekete boğulmaması açısından önemli. Bu ufak hareketler olmaksızın da anlatı içinde rahat olabilirdim, nitekim öyle oldu.

Şarkıları söylerken de o anlatma isteği içinde şarkıları icra etmem gerektiğinin farkındayım. “Şarkı söyleyemiyorum” düşüncem ile hareket ettiğimden olacak, şarkıları söylerken anlatma hevesimin yok olduğunu fark ediyorum. Süreyya da "şarkıları çalışırken enerjin düşüyor, bunu çözmen lazım" dedi.

18 Şubat

Hagaragort toplantısı başlamadan toplantıya katılanlara Regal Dönemi ile Dilbilgisi bölümlerini gösterdim. Öncesinde Süreyya ile Dilbilgisi bölümüne, Regal Dönemi'ne çalıştığımız kadar olmasa da, ayrıntılı olarak çalıştık. Gösterim zamanı yaklaştıkça heyecanım arttı. Gösterim süreci boyunca da devam etti.

Gösterim sonrası sandalyeleri toplantı pozisyonuna getirdik. Her Hagaragort toplantısında olduğu gibi grupların çalışmalarından bahsetme ve diğer gruplarla fikir alış-verişi kısmı ile başlandı ve gösterim sahibi olarak benim çalışmamdan başlayacaktık. Süreyya çalışma biçimimizden benim bahsetmemi istiyordu; ancak gösterimin yorgunluğu ve heyecanı ile hakkımı bizim grubun diğer çalışmasına devrettim. Ağırlıklı Ferhat ve Canberk olmak üzere Süreyya'nın ve yer yer de benim araya girişlerimizle “dediler” ile ilgili konuşma kısmını tamamladık. Sıra bana geldi ve çalışma biçimimizi aktardım: Hikayeye ilk başladığımda yalnız çalıştığımı ve Süreyya'ya göstermem için bir gün belirlediğimizi, günü gelince Süreyya'ya gösterdiğimi ve o gün itibari ile birlikte ve ayrıntılı olarak metne çalıştığımızı anlattım. Celal de akış ve çalışma ile ilgili fikirlerini, eleştirilerini dillendirdi.

Hikayelerdeki düzlemlerin çok net ayrıştırılması gerektiğinden; ama bu netlik içinde benim sakin ve rahatça düzlemler arası geçişler yaparsam çalışmanın daha derinleşebileceğinden bahsetti. Bu düzlemler de bölümlerdeki anlatma ve anlatılanı oynama düzlenmeleri olarak söylenebilir. Oynama limitinin yeterli düzeyde olduğunu ve bu limitte kalacak şekilde düzlemlerin daha net çizilmesini tavsiye etti. Celal ile birlikte de çalışacağız. ''Ama şimdi gerek yok. Bu dediklerimi tek başına da yapabilirsin zaten'' dedi.

Bunlar dışında Dilbilgisi hikayesini çok beğendiğini söyledi ve diğer hikayelerin içeriğini merak etti ve sordu. Hikayeler, kitabın başında da yazılı olduğu gibi Avrupa Hikayeleri olarak adlandırılabilir ve Batı ülkelerinden ülkemize gelen erkeklerin bura ile, buradaki kültür ile, insanlar ile, alışkanlıklar ile ilişkileri ve bunları anlamaya ve algılamaya çalışmaları ile alakalılar. Regal Dönemi dışında. Regal Dönemi, hasta yatağında Ajda şarkılarına maruz kalan birinin hikayesi. Regal Dönemi şarkılarının özelliği ise, dünyadaki o dönem meşhur şarkıların müzikleri üzerine yazılmış Türkçe sözlerle yaratılmış olması ve bu nedenle şarkı sözlerinin Türkçe dili açısından son derece kötü oluşu. Regal Dönemi, dilin bu şekilde kullanımından dolayı hasta yatağında kıvrınan ve kafayı yiyen adamın hikayesi. Bakıldığında diğer hikayelerden ayrı bir yerde duruyor. Kurgu içinde, diğerlerinden ayrılığını bir şekilde ortadan kaldırabilmemiz gerekiyor. Yoksa bu hikayeyi atabiliriz bile.

Celal'in söyledikleri dışında kimse bir şey demedi. Muhtemelen Celal'e katıldıkları ve üzerine başka şeyler söyleme gereği duymadıkları için.

Toplantı sonrası Celal ile ikimiz kısacık bir konuşma daha yaptık. Ben bazen çalışmalar sırasında, ama genel olarak çalışma dışı zamanlarda aklıma hep gösterim anının geldiğinden, seyircinin tepkisinin ne olacağını düşündüğümden ve bu durumun beni heyecana ve paniğe sevk ettiğinden bahsettim. Celal de sadece hikayelere ve çalışmalara odaklanmamı söyledi kısaca.

19 Şubat

Grupla birlikte başladım çalışmaya. Futbol oynadık. Çarşamba günü futbol oynarken Bida'nın ayak parmağının kırılması üzerine grup (özellikle Dilara) çok temkinliydi. Zevkli bir çekişmenin ardından “lidere yardım et” çalışması yaptık ve ''Yanıyorum'', ''Demedim mi'' ve ''Allahu Allah'' şarkılarını çalışmanın içinde söyledik. Sonradan herkes şarkılarına çalışacaktı, ben de sınıfa doğru yollandım. Sınıfın henüz temizlendiği söyleyip kuruması için sınıfa biraz zaman vermemi rica etti temizlik görevlileri. Ben de BS1'e geri döndüm. Döndüğümde bir şeyler konuşuluyordu. Sonra Bengi'nin şarkı çalışması ile ilgili fikirlerini tartışmaya açma isteği ile şarkı çalışması üzerine konuşuldu. Şarkıya nasıl yaklaşmalı tarzı sorulara cevaplar arandı.

Sınıf kurumuştur düşüncesi ile sınıfa geri döndüm, kurumuştu. Enerjimin düşük olduğunu hissediyordum. Celal'in uyarıları kafamın içinde dolaşıyordu. Halbuki kocaman değişiklikler yapmam gerekmiyordu. Tiz bir bölgeye oturmuş şarkı söyleme sesimi biraz genişletmem, hasta halimi biraz vurgulayacak ses kullanımı tercih etmem gerekiyordu. Regal Dönemi'nden başladım çalışmaya. Dura dura ilerledim. Değişiklikleri yapmaya çalıştım. Düzlemleri belirginleştirmeye ama geçişleri yumuşatmaya çabaladım.

Dilbilgisi'nde, bölüme ilk çalışırken sandalyeler ile oluştuğunu varsaydığım minibüsü yeniden yarattım. Bu sefer seyirciye cepheden bakan değil, seyircinin yandan gördüğü bir minibüs oldu bu. Bu şekilde çalışınca kendimi anlatının içinde daha rahat hissettim. Süreyya ile birlikte eklediğimiz bazı yerlerde değişiklikler yaptım. Düşünceye daldığım andan daha çabuk kurtulup bunu da seyirciye anlattım mesela. Belki bu değişiklik yerinde olmadı ama değişiklik yapabilecek rahatlığa sahip olabildiğimi görmek güzel. Yine de enerjim düşüktü ve sürekli bu bölümlere çalışmaktan olacak biraz bıkkınlık vardı üzerimde. Bundan bir an önce kurtulmalıyım dedim kendi kendime. Son bir gayretle iki bölümü de akıttım ve çalışmamı tamamladım.

24 Şubat

BS1'e Hagaragort'ta Celal'in önerileri çerçevesinde bu zamana kadar yaptığım değişikliklere son bir kez bakmak ve bunları hatırlamak üzere çalışma saatinden önce geldim. Süreyya ve Ferhat da vardı. Bu değişiklikleri hatırlayıp Süreyya'ya gösterdim.

Süreyya, Dilbilgisi bölümünün daha iyi olduğunu, rahatlığımın görülebildiğini söyledi. Ufak tefek şeyler söyledi; minibüsü belli etmek için para uzatma jestine gerek olmadığını falan. Regal Dönemi için ise sorunun şarkıları hakkını vererek söylemiyor oluşum olarak ifade etti. Şarkıları olduğu halleri ile söylemiyor oluşum, şarkılar sonrası tepkilerin de aynılaşmasına, monotonlaşmasına ve bir yerden sonra seyircide izleme isteğinin yok olmasına neden olduğunu söyledi. Şarkıları ya doğru düzgün söyleyeceğim ya da bu bölümü atacağız. Ki şarkı çalışırken kasıldığımı, çalışma şevkimin yok olduğunu dile getirdi Süreyya. Bu şekilde çalışamayacağımızı ekledi. Bir şekilde bunu çözmelisin, dedi.

Haklı elbet. Ama şarkı söylemek ile ilgili sorunumu neden bir türlü çözemediğimi bilemiyorum. İş şarkıya gelince kafadan “zaten olmuyor, beceremiyorum” diye düşünüyor ve en başından bu fikri kafama yerleştirip sonrasında da bir halt edemiyorum. Rezil olmayı, becerememeyi göze alamıyorum. Belki de rezilliğin dibine vurmalıyım. Bağıra çağıra yanlış tonda söylemeliyim, doğrusunu bulana kadar.

Bu gazla gidip Regal Dönemi'nde geçen tüm şarkıların şarkı sözlerini internetten indirip kağıda bastım. Bu şarkılar ne kadar berbat da olsa bu berbatlığa rağmen şarkıların tamamına çalışmalıyım.

Belki de olay budur; yani Regal Dönemi'ndeki adamın derdi şarkı sözleri ile. Sözlerden dolayı midesi bulanıyor, sinirleniyor, terliyor vs. Ben de oyuncu olarak bu şarkıları icra ederken benzer bunalımlar yaşıyorum. O halde, oyuncunun şarkıları söylerken zorlanması, sıkılması, bunalması ama bunlara rağmen şarkıyı hakkıyla icra etmesi, etme zorunluluğu; hasta yatağında kıvrınan adamın şarkılardan sıkılması, bunalması ama kalkıp kapatmaya üşenmesi ile eşlebilir. Sanırım dramaturji budur. “Ben Pierre, Riviere” oyununa çalışırken yönetmen Celal'in oyuncu Erdem'i sınırlarını aşsın diye zorlaması gibi. Sonucunda sahnede gördüğümüz; sınırlarını zorlayan, aşan bir oyuncu ile iki-üç kademeli Pierre karakteri. Karakter ve oyuncunun bu ilişkisi, yönetmen ile oyuncunun bu mücadelesi ve boğuşması ile çok alakalı idi.

Yeni bölüme çalışmaya başladım: Akşamüstü Oldu mu. Çalışmam, ezber yapmaya çalışmak ile, ufak hareketleri denemek ile geçti.

26 Şubat

Akşamüstü Oldu mu bölümüne çalışmaya devam ettim. Pazar günü Süreyya'ya göstermeyi planlıyorum.

Bu hikayede de Baha şarkıları karşıma çıktı. Demek ki kaçışım yok. İlla ki şarkı söylemeliyim. Söyleyeceğim de. Şarkıları elde etmiş olarak geldim çalışmaya. Şarkıları sürekli dinliyorum. Ajda şarkılarına nazaran daha kolaylıkla söylenebilecek şarkılar neyse ki. Fakat kötüler yahu. Fatih Özgüven'in “hafif müzik” olarak adlandırdığı bu müzik biçimini sevmiyorum. Bir de Baha “bir çeşit arabesk söylerek gitar eşliğinde hafif hafif ağlıyor.” Bu tek kişilik mücadeleye devam etmek istiyor muyum? Evet. O zaman söylemeliyim, üstelik şarkıları iyi icra etmeliyim.

Dilbilgisi'ne başlarken Süreyya'ya bölümü okumuştum, tonlamalara ve yaklaşımlara çalışmıştık. Bu hikaye için ise o çalışmayı Süreyya'ya bölümü anlatmak olarak değiştirdik. Anlatırken hikayenin akışına hala hakim olmadığım gözden kaçmadı. Enerjim, anlatma hevesim düşüktü.

Süreyya tek kişilik oyun hadisemi bir oyuncu olarak olağan bir şekilde kıskandığını; ama daha da kıskanabileceğini, kıskanmak istediğini, bunun için ise benim kıskandırıcı bir performans ortaya koymam gerektiğini; birkaç hafta önce diğerlerinden (“dediler” ekibinden) daha hızlı ilerlediğimi, şu sıralar ise durakladığımı söyledi.

Ezberlemeye devam ediyorum.

28 Şubat

Bugün Süreyya'ya göstermeyi planlıyordum ama olmadı. Enerjim son üç çalışmadır oldukça düşük. Tiyatro dışı etkenlerin de etkisi var. Bu hafta fazla yoruldum. Ama bu döneme bakınca oldukça yorucu geçmeye devam edeceğini görebiliyorum.

Ezbere devam ettim. Başlangıcı oturttum ama tamamlayamadığım, şarkılara da yeterli çalışmadığım için Süreyya'ya göstermek istemedim. Salı günü göstereceğim, dedim ve göstereceğim.

4 Mart

Sabah, Pınar Selek ile ilgili basın açıklaması sonrası Celal ile konuştuğumuzda Regal Dönemi'ndeki değişiklikleri görmek istediğini söyledi. Diğer bölümleri de gösteririm diye düşünüyordum ama Celal böyle deyince Süreyya ile saat 5'te Dolapdere'de buluşmaya ve sadece Regal Dönemi'ne çalışmaya karar verdik.

BS2'de çalıştık. Canberk de vardı.

Bölümün sonlarını daha iyi anlayabildik. Yatakta yatan adam, bir yerden sonra kendini şarkılara kaptırıyor ve CD'nin bitmesi ile Ajda'nın kendisine o zamana kadar verdiği enerji ile kalakalıyor. Bu aydınlanma, son üç şarkıya adamın katılması ve onları canlandırması olarak yansıdı çalışmaya.

Fakat Hagaragort'ta göstermekten vazgeçtik. Cumartesi günü İTÜ Maçka Kampüsü'ne gidip Celallere orada göstereceğiz.

5 Mart

Grupça okuma yaptık, Andersen'den Kibritçi Kızı okuduk ve bu masalın çocuk masalı olup olmadığı ve masalın çocuklara okunup okunmaması üzerine tartıştık. Sonrasında çalışma bitti ama biz Süreyya ile kalacaktık, malum yarın reji danışmanlarımıza akış alacağız. Bizle birlikte Canberk de kalacaktı. Bengi ve Medine okuma sonrası gitmemişler, çalışma yapacağımız sınıftalardı hala. Ferhat da vardı. Onlara kalıp kalmayacaklarını sorduk ve böylece biz çalışırken Bengi, Medine, Ferhat ve Canberk çalışmamızı izlediler. Bir kısmı notlar aldı, bir kısmı sadece izledi. İlginç bir deneyimdi benim için.

Çalışma boyunca genel olarak rahattım, başkalarının varlığı beni rahatsız etmiyordu. Sonuçta mahrem bir şey yapıyoruz ve olmamalarını tercih edebilirdim. Bazı anlar zorlandım, yalnızca Süreyya ile çalışıyor olsam zorlanmayacağım zamanlarda zorlandım. Zaten Süreyya da böyle bir anda durumumun farkına varıp ara verelim dedi. Aradan sonra akış alıp bitirdik. Genel olarak, şarkılara oluşturulan tepkilerde fark yaratmak üzerine bir çalışma oldu.

6 Mart

4'ü 10 geçe İTÜ Maçka Kampüsü İşletme Fakültesi Tiyatro Salonu'nun oradaydım. Süreyya benden önce gelmişti. Bizden başka kimse yoktu. Son Hagaragort'ta konuştuğumuz üzere Tehlikeli Oyunlar öncesi Celal, Erdem ve Oğuz'a Regal Dönemi'ni gösterecektik. Celal ile saat 5 olarak konuşmuştuk. Süreyya ile erken gelmiştik; gösterim öncesi son değişiklikleri yapabilelim, çalışabilelim diye. Bölümden sonra şarkı da çalıştık. Sonra Celal geldi ve gösterimi yaptık.

Öncesinde Celal'e ne gibi değişiklikler yaptığımızı anlattık ve gösterim başladı. Gösterim esnasında "Hayat Dudaklarda Mey" şarkısı itibari ile sıkıldığımı fark ettim. Nitekim akış da normalden kısa sürmüş, Süreyya öyle söyledi. Sıkılınca hızlanmıştım anlaşılan.

Celal, akış öncesi akıştan sonra konuşmayalım demişti; ama konuşmaya karar verdi. Söyledikleri özetle şuydu:

Şarkılara hep aynı sinirlenme tepkisini veriyordum, bu da bir yerden sonra anlatıyı sıkıcı hale getiriyordu, benim için bile. Halbuki metni inceleyince adamın şarkılara verdiği tepkilerinin farklı olduğu görülebilir. Yatakta ateşler içinde yatan adam genel olarak dil kullanımına yönelik eleştirilerde bulunsa da farklı türden tepkileri de var. Farklı farklı şarkılarda aşk üzerine, kafiyenin mide bulandırıcılığı üzerine, Ajda'nın gençlik dönemi üzerine ve hatta kendine yönelik eleştirilerde bulunuyor. Bunların farklı olması gerektiğinden bahsetti Celal. Metni daha derinlemesine incelemeli.

Ajda ile konuştuğumda kullandığım ses perdesi ve seyirciyle konuştuğumda kullandığım ses perdesi farklı olmalı. Önceki akış sonrası sesimi bir yerde sabitlediğimi söylemişti, tiz bir yerlerde. Bu sefer de pes bir yerlerde sabitlediğimi söyledi. Fiziksel yönelimim ve tonlamalarım farklı olsa bile ses perdesi farklılığının da olması anlatı için iyi olacaktır.

Bir de başlangıçta hala rahat olmadığımı, Yusuf'un sahneye girmesi ile rahatladığımı belirtti. Bunu nasıl çözebileceğimi bilemiyorum. Seyirci ile olabilecek bir şey olduğunu düşünüyorum. Sahnede anlatmaya hazır ve rahat olabilmeliyim.

Çalışmamı tavsiyelediği şeyler bunlardı. Bunlara ek olarak sahneye ve tiplemeye yakıştığımı ve bu konuda rahat olmamı söyledi. Buradan tiplemenin patlamaya hazır bir enerjisinin olduğuna, arada sırada bu patlamaların olmasının anlatıya renk katabileceğine geldi konu.

Oğuz'la da konuştuk, o da hikayeyi okumadım ama bir yerden sonra farklı bir şeylerin olacağını bekledim dedi. O farklılık yatak düzlemi üstüne başka bir şey inşaa ederek oluşturulabilir.

Erdem'le de oyun sonrası konuştuk. O izlerken sıkılmadığını söyledi. Şarkıları da o kadar kötü söylemediğimi belirtti. Ve Ajda'nın bu şarkıları söylerkenki enerjisi üzerine konuştuk. Ajda deyince Erdem'in aklında canlanan enerjikliği oluyormuş.

7 Mart

Top oynayarak başladım. Grup şarkı çalışmasına başlayınca Z-35'e geçtim. Dünkü Regal Dönemi gösteriminden sonra Celal'in söyledikleri üzerine çalıştım.

10 Mart

Top oynadıktan sonra dünkü gösterimim üzerine konuştuk.

Canberk, Regal Dönemi'ndeki değişikliklerin yerinde olduğunu söyledi. Yataktan kalkabiliyor oluşum beni de rahatlatmış. Konuşmanın geneli bu rahatlığım üzerinden devam etti.

Ferhat, Akşamüstü Oldu Mu bölümünden başlayarak sahnede rahat olduğumu söyledi ve bunu nasıl yaptığımı sordu. Metni daha iyi anlamakla, metnin içine girmekle alakalı olduğunu düşünüyorum. Canlandırdığım tiplemenin tam olarak ne halde olduğunu, hikayedeki ana durumun, tiplemenin yönelimlerinin, tepkilerinin doğrultularının ne olduğunu daha iyi kavramaya başlayınca metnin sularında da daha rahat yüzebiliyorum. Öyle ki istersem daha da derine dalarım ya da kıyıdan daha da uzaklaşabilirim, suyun yüzeyinin ve kıyının nerede olduklarını bildiğim sürece.

Metni doğru analiz etmek ve metnin dediğini kavramak, sahnede de doğru yönelimler bulmaya yol açıyor. Bu bakımdan Süreyya ile doğru çalıştığımızı görmek güzel bir şey.

Süreyya, sahnedeki rahatlığımın nedenlerinin benim dediğimle sınırlı olmadığını, çalışmalar ve gösterimler öncesi “rahat olacağım” diye düşünmemin, çalışmalar boyunca yaptığımız değişikliklere çabucak adapte olmamın, atılanın yerine yenisini rahatlıkla koyabilmemin de bu rahatlığı etkilediğini söyledi.

Dilara da bu rahatlık mevzusu dışında bir şey söyledi ki önemlidir: Yan karakterler çok daha güçlü olmalı. Oynadığım, rol yaptığım yegane yer bu yan karakterlerin konuştuğu, jest yaptığı, yani canlandığı yerler. Canlılıklarını yitirmemeleri ve daha da canlı olmaları için yan karakterler üzerine daha çok çalışmalıyım.

Sonrasında Süreyya ile ayrıca da konuştuk: Dilbilgisi ve Akşamüstü Oldu mu bölümlerinin tempolarının hızlı olduğunu belirtti. Farkındayım. Özellikle ilk defa gösterdiğim Akşamüstü Oldu mu bölümünde replikleri unutmamak ve doğru söylemek için hızlıca oynadığımı oynarken ben de fark ettim. Çalışmalı ve yavaşlatmalı.

Regal Dönemi ile ilgili olarak sondaki üç şarkının iç içe geçtiği kısma bakacağım, “Unutulmaz gençlik yılları” sonrası tepkide Ajda'yı havada konumlandırmayacağım ve artık rahatlığı yakalayabildiğimden istersem yatarak bile başlayabileceğim bölüme.

“Dekorları artık alalım.” dedi Süreyya. Bence de.

17 Mart

Son bir haftadır çalışmalarım biraz gevşek geçiyor. Diğer grubun çalışmalarını izliyorum, kendim fazla çalışmıyorum. Belki de bundan dolayı bir türlü Akşamüstü Oldu mu bölümündeki yan karakterleri çıkartamadım. “Regal Dönemi” ortalama bir hal alınca rahatladım ve eşiği atladım zannediyorum. Oysa nihayet çıkabildi demeliyim; çünkü en uzun soluklu çalıştığım bölüm o.

Akşamüstü Oldu mu'daki Klaus ve pansiyon sahibi tiplemelerinin ses ve hareket makamlarını tespit edemedim hala. Belki de hikayedeki hadiseyi anlayamadım hala. Bunun sonucu olarak da tiplemeleri çıkartamıyorum.

Klaus, çat pat Türkçe konuşan, ama dile meraklı ve anlamaya çalışan, alıngan bir tip. Ana karakter ile belli ki en azından o pansiyonda tanışmamışlar, daha önceden birbirlerini tanıyorlar.

Aslında Türkçe konuşmaları da enteresan. Çünkü bizim karakter, bence (İngilizce'yi anadili gibi bilmesinin yanında) Klaus'un anadili olan Almanca'ya da hakim. Klaus da (ne bileyim) İngilizce'ye Türkçe'den daha çok hakimdir gibi geliyor. Ama Türkçe konuşuyorlar ve Türkçe konuşarak hem Türkçe dili, dildeki anlam çeşitliliği, derinliği hem de Türkiye topraklarındaki kültürel dengeler üzerine kafa yoruyorlar, daha doğrusu bizim karakter yoruyor ve Klaus'la paylaşıyor. Mesela Klaus'un anlayamayacak olmasını da dert etmiyor, yani Baha şarkıları ile ilgili olarak Klaus'a aklına gelen her türlü şeyi söylüyor. Uzun soluklu arkadaşlıklarında Klaus'un karakterimizin bahsettiği şeyleri anlamayacağını, ya da en azından anlamakta güçlük çekeceğini biliyor olması gerek bizim karakterin. Buna rağmen derin mevzular üzerine konuşuyor olmasının nedeni ile ilgili ipucunu, belki yanlış bir yaklaşım ama, kitabın arkada kapağında Fatih Özgüven'in hikaye üzerine yazdıkları verebilir: “Tatil yerleri hüzünlü olur. İnsan yanındaki ecnebi arkadaşa derin konulardan bahsetmek isteyebilir.” Böyleyse bu durumu sahneye nasıl yansıtabilirim? Sıkkınlık, bıkkınlık, günlerin aynı geçmesi... Bunlar sahneye nasıl taşınabilir?

Karakterimizin Klaus'un yanına gittiğinde o gün içerisinde yaptıklarını anlattığı replikleri atmıştım, onları yeniden ekleyebilirim. Ama burada mevzu replik değil, emin olmamakla birlikte iç aksiyon ile alakalı gibi.

Karakterin olaylara, durumlara, karakterlere, her şeye yaklaşımını bir kenara bırakıp oyuncu olarak benim tüm bunlara yaklaşımım ne, belki de bu soru üzerine gitmeliyim.

11 Nisan

“dediler” oyununun yoğunluğundan dolayı çalışmalarım biraz aksasa da oyunun son bölümü ''Gizli Nağme''yi Süreyya'ya gösterdiğimde bölümün en hızlı giriş yaptığım bölüm olduğunu söyledi. İlk gösterimin tarihi Fatih Üniversitesi'nin festival programı belli olunca 22 Nisan Perşembe gününe kaydı. 23'ünde de Eskişehir'e gideceğiz ''Hiç Niyetim Yoktu'' ile.

Geçen hafta, Erdem'in “dediler” oyunu için geldiği çalışmalardan birinin sonunda ''Akşamüstü Oldu mu'' ile ''Dilbilgisi'' bölümlerini göstermiştim Erdem'e ve çalışmaya kalan grup üyelerine. Erdem, hızlı oynadığımı söylemişti. Seyirciden önde gittiğimi ve metni takibi zorlaştırdığını belirtmişti. Bir de oyun alanını, mekanları daha net belirlemeliymişim. Minibüsse minibüsü, pansiyonsa pansiyonu.

Erdem'in uyarılarından sonraki çalışmalarımda mekanı kurmak adına ''Akşamüstü Oldu mu'' bölümüne Baha şarkısı söyleyerek, ''Dilbilgisi'' bölümüne minibüsteki para uzatma diyaloguyla ve ''Gizli Nağme''ye de Babylon'da çalabilecek bir müzik seslendirerek başlamaya karar verdim. Bu şekilde başlamak zannedersem seyirciyi anlatılana rahatça yaklaştırabilir, merakı artırabilir.

Süreyya'ya bölümleri gösterdiğimde ''Akşamüstü Oldu mu'' ve ''Dilbilgisi''nde metin düzenlemesi yapalım dedi. ''Akşamüstü Oldu mu''da başlangıçta mevzunun pansiyon sahibi ile ilgili kısmının sadece Baha şarkıları dinlemesi olduğunu söyledi, haklı da. Girişin pansiyon sahibini uzun uzun betimlemeyle uzamaması gerekiyor, derhal Baha şarkılarına girilmeli.

Az önce Süreyya ile bu iki bölümün metin düzenlemesini yaptık. Kısa sürdü; ama çalışmanın süresi değil yeterli olup olmadığı önemli. Metinleri düzenledik ve sahneye de bu yansıyacaktır.

Öte yandan prömiyere az kalması beni biraz tedirgin ediyordu. Sürekli çalışmam gerektiğini düşünüyordum. Ama dün Süreyya'ya ''Regal Dönemi'' hariç bölümleri gösterince sakin olmamı ve 3-4 günlük yoğunlaşmanın yeteceğini söyledi.

16 Nisan

Celal ve Erdem'e oyunun tam akışını göstermek üzere Maçka'ya gittik. Tehlikeli Oyunlar'dan sonra. Ben, Süreyya, Canberk, Ferhat. Dekorlar ile. Yorgun olduğumdan beklerken heyecanlı değildim, daha sonra, gösterime başlarken heyecanlandım; ama Celal'in, Erdem'in, Gülden'in ve diğerlerinin izleyişi öylesine heveslendiriciydi ki heyecanım geçti ve rahat oynamaya başladım. Gerçi gösterim süresince kasılmış olmalıyım ki gösterim sonrası sırtım ağrıyordu. Celal de sonrasında oynarken daha da rahat olabileceğimi belirtti.

Çalışmanın iyi bir çalışma olduğunu, seyirci karşısına bu haliyle de çıkabileceğini söyledi Celal. En büyük sorunun geçişler olduğunu belirtti. Tehlikeli Oyunlar'da Erdem'in yaptığına benzer bir geçiş biçiminin bu oyunda olmaması gerektiğini, zaten oyun boyunca seyirciye Baran olarak yeterince açık olduğumu, geçişlerde de durup bırakınca hem akışı etkilediğini hem de fazla kaçtığını izah etti. Geçişlerde ışık kapama-açma yapacağız. Böylece (kitapta da) aslında bitmeyen, sonlanmayan veya sonu olmayan hikayeler için seyircinin kafasında son bir kare kalabilecek.

Buna ek olarak hala acting'i artırabilirim ve seyirci ile ilişki kurarken daha, çok çok daha rahat olabilirim. Celal, oyunun başında bir tane seyirci seçebileceğimi, ona anlatabileceğimi ve oyun sırasında bu sayıyı artırabileceğimi önerdi. Böylece bire bir kurulan ilişki çok daha güçlü olabilecek.

Bir de oyun alanını daha geniş kullanacağım. "Durmak" gibi bir zorunluluk yaratmayacağım kendime. Stand-up vari sahnede rahatça dolaşmalıyım ve genişleyen oyun alanı ile içinde hareket edebilmeliyim.

Bilgi'de ilk oyun 29 Nisan'da..